Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 11.6.2003  

ARA GÜLER’E ULAŞMAK YAŞAMAYA BAŞLAMAKTIR - I -


ARA GÜLER’E ULAŞMAK YAŞAMAYA BAŞLAMAKTIR - I -


ARA GÜLER’E ULAŞMAK YAŞAMAYA BAŞLAMAKTIR - I -

ARA GÜLER YAŞAMAKTIR

“ Dünyalar kurmuş sanatçılar vardır
İşte bu kitabı onlara ithaf ediyorum”


“YERYÜZÜNDE YEDİ İZ” Kitabı böyle bir güzellikle başlıyor.

”Resmi
Ara GÜLER
Fotoğraf makinesi yaşam silahı, gözlemevi, yurdu olmuş. Öyle bir yurt ki, salt çevresindeki yarım metre karesi değil, dünya içinde. Özgürlük sanattır. Özgürlük fotoğraftır, özgürlük öyküdür, özgürlük her şeydir. Bunun bilinciyle çekilen fotoğrafta yaşamın ta kendisidir. Tüm çıplaklığı ile, ama Ara Güler’in yüreğiyle gören objektifinden...
Bu nedenle paranın sızamadığı yerlere rahatça girmiş, kendisinin de söyleşimizde dediği gibi... Objektifiyle dünyayı dolaşmış, girip çıkmadığı yer kalmamış... Farklılara, yaratıcılara ulaşmış hep, yağdan kıl çeker gibi... Foto muhabirliği sıfatıyla, ama arkasındaki Ara Güler maharetiyle... Ben varımı foto muhabirliği çerçevesinde gerçekleştirmiş. Fakat edebiyata, sinemaya, müziğe, sanat tarihine, bilime ve görmeye, ama yüreğiyle görmeye dayanan bir foto muhabirliği olmuş, asla sıradan olamayan... Röportaj onun elinde öykü olmuş, şiir olmuş, fotoğraf olmuş, başlı başına bir yaşam, bir varlık olmuş. Tanığın tanığı olmanın hazzını yaşarken varlığı yaşam için ne anlamlı. Gezmediğiniz, görmediğiniz yerleri gösteren, dinleyemediklerinizi, ulaşamadıklarınızı size ulaştıran bir varlığımız Ara Güler, yani özel oldu, farklı oldu yaşantımızda...

Tanık olmak... Ara Güler tarihe tanık olmayı tercih etti. Ama tarih onunla uygarlık tarihine, kültür tarihine, görsel tarihe dönüştü böylece. Herkese göre evin dışı aynıydı. Ama evin içini herkesten farklı gördü ve o farkı fotoğrafladı.

Fotoğrafını Çektiği Russell, öldükten sonra bir kitapçıda dikkatini çeken bir kitapta Russell’in fotoğraflarına rastlar. İçinde kendi çektikleri de vardır. Emin olduğu “Russell’in fikirleri, felsefesi, görüşleri her zaman yaşayacaktı...” Bunda kendi payı da vardı. Bu, onu mutlu etmeli, ediyor da sanırım.

Gazetesi ilgilenmiyordu ama kendisi işin öneminin farkındaydı ve bu nedenle Tennesee Williams’ın fotoğraflarını çekti... Böylece çalıştığı gazete dünyaya malolamadı ama kendi yaşarken dünyaya maloldu. T. Williams ile ilgili yazısını okurken fark ettim ki aynı zamanda o güzelim fotoğraflar bu yetisinin de ürünü. Fırsatları çok iyi değerlendiren ve üzerine giden bir yapıya sahip. T. Williams, “Sanatın amacı, bu anlamsız karmaşanın içinde bir çeşit düzen , açıklık ve güzellik yaratmaktır. Öyle bir düzen ki deneyimi arıtsın, yaşamı anlamlı, önemli, coşkulu kılsın” diyordu. (S. 62) Çekim esnasında yapılan sohbetlerden can alıcı olanları, fotoğraf makinesinin dışında kalemine de takılmış Ara Güler’in.

Çekilen fotoğrafla yetinmemek, ondan ötesi unutmamak, beyinde bir süreç oluşturmak ve tekrar tekrar fotoğraf çekmek...Ve sonuçlar daha tatmin edici, daha kalıcı, daha ferahlatıcı... Yaşam kokan, yaşamla bütünleşen... Ara Güler’in fotoğrafı bu işte...

Anılarında yaşayan Aragon’un evine gittiğinde duvarlardaki resimleri göstermeye ve anlatmaya başlamış. Ara Güler’de Aragon’u bütünleştiği bu resimlerle çekmiş... Benimde dikkatimi çeken fotoğraflarda insanları özelliklerine ve çevrelerine uygun çektiği...

Küçük dünyadaki büyükleri Saroyan’ dan öğrendiğini yazıyor Ara Güler. Fotoğrafını çektiği insanların dünyasına giriyor, onları anlıyor. Ara Güler iyi gözlemci, “Saroyan olayları değil, insanları merak ediyordu” diyor 112. sayfada ve devam ediyor, “Saroyan, en küçük şeyin en önemli şey olduğunu öğretir bize.” ” Gitme, eğer gitmen gerekiyorsa, merhaba de herkese ” ( Saroyan s.116)... Saroyan’ın Türkiye’den gittiğini de anlatır bu yazısında.

”Resmi
Marc Chagall
(YERYÜZÜNDE YEDİ İZ –ARA GÜLER – YKY )


Ara Güler önce aklına koyuyor. Geniş perspektifinden, yaşamının bütününden ve ayrıntıdan hareket ediyor. Araştırıyor... Fotoğrafını çekeceği insanlara ait tüm bilgilere sahip... Zaten karşılaştıklarında, mekanda bu bilgiyi arıyor öncelikle... Bulana kadar da devam ediyor. “Martinez şarabından ilk yudumu alırken yüzüne baktım, tavandan gelen ışıkla parlayan yüzünün arkasında orijinal bir Braque vardı.” (S.141) Ara Güler görünce böyle bakan biri. Eve gitmek için, merdivenleri çıkarken onları nasıl fotoğrafına katabileceğini, değerlendirebileceğini hesaplayan, böyle bir gözle yürüyen biri. “Chagall’la dünyasını birleştirmek...” Ara Güler için Chagall, Chagall olacaktı o zaman gerçekten.

Beğenmeyen, tatmin olmayan Ara Güler hiçbir şeyin peşini de bırakmıyor. Önemli olan budur. Çünkü sonuçları iyi yaşıyorsunuz. Durmamak, hareket etmek ve çalışmak, işte size Ara Güler. “Chagall, niye ısrarla fotoğrafımı çekmek istiyorsun ki” dedi, “kitaplarda bir sürü fotoğrafım var. Herkes çekiyor fotoğrafımı ama bu fotoğraf işi bir türlü bitmek bilmiyor.” “Hiçbir zaman da bitmeyecek, hep böyle olacak” dedim, “çünkü siz Chagall’sınız.”

”Resmi
İstanbul surlarında dinlenmeye bırakılmış araba atları, 1969


Kendisine her telefon edişimde “hakkımdaki yazıları oku, bir şeyler yazıver” diyordu. Ben de ısrarla “hakkınızdaki tüm yazıları okudum, adınıza dosya açtım ama yine de sizinle görüşmek, röportaj yapmak istiyorum. Aslında hakkınızda her şey yazılmış. Fakat ben farklı bir şey hazırlamak istiyorum. Üstelik anafilya.org un editörüne söz verdim, söz namustur” diyordum. Bu konuşma belki on kez yinelendi telefonda. Ama sonunda randevu almayı başardım. Daha doğrusu en son konuşmamızda artık aynı şeyleri söylemedi ”hemen gel” dedi. Belki de “gel de bende, sende kurtulalım” diyordu adeta. Evet sanki “buluşalım ve rahatlayalım” der gibiydi. Onu kaçırmamak için öğretmenlik maaşımdan fedakarlık edip kolay kolay yapmadığım bir şeyi yaptım. Taksi tutup gittim. Çünkü her telefon konuşmamda kafasının çok meşgul, oldukça dolu olduğunu fark ediyordum. Tabii zamanında en az benimki kadar değerli olduğunu. Yapacak çok şeyi vardı. Çok şeyimiz vardı. Israrım bundandı... Onunla Ara Kafe de buluştuktan, konuştuktan sonra iyi ki ısrar edip randevu almışım dedim... Kitaplarla, yazılarla yetinemezdim... Ya da telefon konuşmasıyla işi noktalayamazdım. Ara Güler’i yaşamam gerekiyordu ki hakkında okuduklarımı dillendireyim. Ama gördüm ki Ara Güler’e ulaşmak, yaşamaya başlamaktı gerçekten. Kocaman dünyayı kucaklamaktı. Beyninin sonsuzluğunu, bakış açısının genişliğini, yüreğinin gördüğünü, tüm vücudunun duyduğunu görmek vardı ve onu anlamak. Evet yazılarıyla yetinemezdim. Onlar başkalarının görsel malzemesiydi. Bense Ara Güler’i yaşamak istiyordum. Bu satırlarda olanaksızdı kendisiyle bir kahve içmekle olurdu. Üstelikte “soru sor” diyordu ve ben tüm hazırlığıma ve notlarıma karşın soramıyordum. Ama o, her şeyden bahsediyordu zaten... Yöneticilerden, görmekten, tabii ki sıradan olamayan bir görmekten, kültürden, halktan, aydın geçinenden, yaşayandan, yaşamayandan her şeyden bahsediyordu... Bana püf noktaları veriyordu... Kitabını okuyunca da açılımlarını alıyordum. Soru soramıyordum ama karşılaşmak yaşamın ta kendisi olmuştu. Bu arada notlarıma karşın anılarında ısrar ediyordum... Fotoğrafları çekerden yaşadıklarını anlatmasını istiyordum... O da haklı olarak beni kitaplarına yönlendiriyor, oradan oku diyordu. Ama bu arada yaşamın her kademesinden bahsediyordu... Sorulmayan sorulara yanıt veriyordu... Belki de sorsam yanlış sorular yönelteceğim öğrenmek istediklerimi ya da onun anlatmak istediklerini duyamayacaktım. Yöneticilerin bazılarını yanındaki saksıdaki otu göstererek anlattı... Evet o da, ben de ot değil okuyan, anlayan, dünyayı değiştirenlere saygı duyan, olanak tanıyan yöneticiler istiyorduk... Birden kendime yakın hissetmeye başladım... Karşısındaki saksıyı da göstererek görmenin derinliğinden bahsetti... Evet herkes görür ama bakamazdı... O saksı, görenin fotoğrafında kalıcı olurdu ancak... İçi görmek, onu çıplak gözle değil, yürekle, bilgiyle bakmak ayrı şeydi ve herkesin de harcı değildi. İnsanların konsere gitmediğinden, müze gezmediğinden dem vurdu bir ara... “Yeryüzünde Yedi iz” adlı kitabını okuyunca daha iyi anladım ki, fotoğrafını çektiklerinin her şeyini bilerek gitmişti yanlarına... İşte görmek, görerek fotoğraf çekmek buydu Ara Güler’in dünyasında. Ara Güler yaşamdaki her şeyde vardı kısacası. Chagall’la anıları birleşmiş, hem de Büyükada’ da. İnsanlar anılarına ne kadar bağlı. Ara Güler Chagall’a ilk gittiğinde resimsiz bir odada fotoğrafını çekmekten ne kadar hüsran duymuş, eksiklik hissetmiş. İkinci buluşmalarında Büyükada anıları onları birleştirince yürek köprülerini kurmuşlar. Chagall oranın fotoğraflarını istemiş karşılığında da resmimi veririm demiş. İşte Ara Güler’in muazzam müzesi de böyle böyle oluşmuş besbelli. Ara Güler’in, gözlemleri kadar, vardığı sonuçlar ne kadar da doğru, bunu Chagall’ı okurken ayrımsadım. Evet Chagall İstanbul’da kalsaydı ne olurdu, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine girse ne olurdu?

”Resmi
Kar yağarken Galatasaray Meydanı ve tramvaylar, 1960


Çay mı, fotoğraf mı? Tabii Ara Güler’de fotoğraf... Her şey bir tercih meselesi... Çay keyfi yapsaydı şimdi müze keyfi yapamayacaktı, fotoğraf keyfi de... Kalıcı olan hangisi... Çay her zaman içilir ama fotoğrafta yakalanan an her zaman bulunmaz.

”Resmi
Eski Salacak vapur iskelesinden Ayasofya ve Sultanahmet Camisi, 1968
( İSTANBUL’UN SON ŞAİRİ ARA GÜLER – YKY )


”Resmi
Eski Saraçhanebaşı’ndan bir görünüş, 1958


”Resmi
Louis Aragon
( YERYÜZÜNDE YEDİ İZ-ARA GÜLER


”Resmi
Salvador Dali


Dali’nin fotoğrafını çekmek için Dali’yi bilmek gerekirdi. “Öyle bir adam ki, gümüş bastonunu uzatıp gözüne saplar, sonra seni kurutur, resimlerindeki erimiş saat gibi balkonun köşesinden bir havlu gibi sarkıtır........” “Pek tabii Dali’nin de fotoğraflarını çekmek gerekiyordu.....” (S. 175)
Bakışlarından bir öykü üretir anında Ara Güler.
Ne koltuk ne para. Önemli olan insan ilişkileri. İşte Ara Güler’i bu denli önemli, ulaşılması zor ve hepsi muazzam bir dünya olan insanlara ulaştıran buydu. Tüm bunlardan bir çıkarımımda Ara Güler’in çok iyi bir organizatör oluşuydu. Başarısının, istediği insanlara ulaşmasının altında bu tavrı da yatıyordu, bakış açısının geniş bir perspektife, bilgiye, araştırmaya dayanması kadar.

“Picasso sana bakar, düşündüğünü çizer” (S.226) Neden bunu demiş Ara Güler.. Çünkü Ara Güler’i, Cezanne’ye benzetmiş. “Dur seni çizeyim” deyip çizmiş ama ona resmi uzatırken “bak Cezanne...” diyivermiş. Picasso, “ormana giderim içime yeşil dolar” demiş... Ormana gidip dönen diğerlerinden farkı bu, yeşille dönmesi Picasso’nun, Ara Güler’in de fotoğrafla dönmesi, öyküyle dönmesi gibi... “Picasso ile hayat konuşulur, sanat değil”... Bu durumda ilk karşılaştığım Ara Güler’e heyecandan çok soru yöneltememem belki de iyi oldu. Halbuki ayrılıp Beyoğlu’nda otobüse binmek için yürürken çok üzülmüştüm... Tam da tatmin olmamıştım görüşmeden kendi adıma. Aslında planım anında değil daha sonraki bir güne randevu alabilseydim öğrencilerimle gidecek bol bol fotoğraf çektirecek ve videoya alacaktım... Fotoğraf çekildik ama garsonun flu çekmesinden öte olamadı. Halbuki çalıştığı alanlarda da çekmeliydim. Fakat bir vitrinde gülümseyen yüzümü görünce Ara Güler’le buluşmanın beni ne kadar mutlu ettiğini de fark ettim.

Son yok, süreç var. Her yeni görülen şey, yeni bir organizasyonun habercisi. Ara Güler, ben aklıma takarım demişti, postacı önünden geçip giderken. “Bana paket gelecekti, beni arıyordur” dedi. Araya başka konularda girse, postacıya döndü, durdu. Çalışmalarında da bu var.”Aklına takıyor.” İyi de ediyor.

”Resmi
Pablo Picasso


“...Ama bu adam Picasso’ydu, onu belgelemek, var etmek gerekliydi, ileriki dünya için. O an fark ettim ki buna o da, ben de inanıyorduk. İşte onun içindir ki fotoğraf çekmek istedik. Mesleğin getirdiği görevdi. “(S.230)
Ara Güler ölümsüzlüğün peşinde. Picasso resimleriyle, Albert kitaplarıyla, Ara Güler Fotoğraflarıyla yaşayacak. Hatta imzasını aldığı sanatçıların fotoğraflarıyla, yani müzesiyle. Kitapta önce fotoğraflar var, sonra yazılar. Ama yazıları okuyunca tekrar fotoğraflara bakmak gereksinmesi duyuyordum. Yazım için öncelikle fotoğrafları seçmiştim. Çektiği fotoğraflarda sanatçının özelliğini taşıyanlar olsun istemiştim. Seçimlerimi de ona göre yapmıştım. Yazıları okuyunca o da benim gibi düşünmüş ya da ben de onun gibi düşünmüş olduğumu fark ettim. Dikkatimi çeken diğer bir şeyde, yazıların ortak yönü olmuştu. Hemen hepsi ölümle bitiyordu. Ya tatmin olunmuş fotoğraflar ya da çekilmemiş fotoğraflarla. Dali’de olduğu gibi. Ama devler ölmez. Ara Güler’in fotoğraflarında yaşar. Evet fotoğrafını çektiği birçok kişi arkadan ölüyordu. Sigarasından derin nefes çekerken herhalde “iyi ki bolca fotoğrafını çektim” diye düşünüyordu büyük bir ferahlıkla sanırım...

Kitabı okudukça bana verdiği tüyolar anlam, anı ve öykü kazanıyorlardı. Ayrıntı veriyorlardı. Onu tek cümlesinden, özellikle “parayla satın alınamayacaklara ulaşmanın yolu vardır ve bunu herkes yapamaz” derken.

Picasso’yu anlamak, “... Picasso dışarıda etkilendiklerini kendi süzgecinden geçirdikten sonra, resimlerini karanlıkta yapıyor. Çünkü o dışarısını değil, içerisini çiziyor....” (S. 224) Bunu anlayabilmek çekilen fotoğraflara özellik kazandırıyor bence...

Telefonda çok yoğun bir kafayla karşılaştığınızı fark ediyorsunuz... Ama karşılaşınca muazzam bir yürek, olağanüstü bir beyinle karşı karşıya olduğunuzu da hemen ayrımsıyorsunuz... Görüyor ama salt gözle değil, yürekle, beyinle, bilgiyle. Geniş bir yelpazeden. Saksıyı değil nedenini görüyor. Sonucu değil, süreci yaşıyor. İçsel bakış yaşıyor her gördüğünde. Öykü yazmak yetmemiş, sinema yetmemiş, dünyayı dolaşmak, fotoğraflamak daha cazip gelmiş. Neden mi, öyküleri zaten görseli betimliyor... Sinema ona göre düzmece, fotoğraf ise gerçeğin parçası. Dolayısıyla sanat değildir. “Sanat tamamen hür olandan olur. Gerçek ise sanat değildir. Fotoğraf tarihi kaydeder” diyor tok, kesin bir ses tonuyla. Çünkü arkasında inanç var. Evet oyun yazmış, sinemaya soyunmuş ama sonunda altında yatan görsellik onu dünyanın en önemli yedi fotoğrafçısından biri yapmış. ( 1961 İngiltere Photography Annual ) Tabii leicası değil, bu alt yapısı onu fotoğraf ustası yapmış. Ara güler yaşamın her yerinde. Zaman içinde görsellik, bu görsellik içinde bireysel özgürlük ağır basmış ve fotoğrafa da damgasını vurmuş. Derslerimde öğrencilerime hangi filme, tiyatroya, konsere gittiklerini, şu anda hangi kitabı-yazarı okuduklarını, hangi saydam gösterisine katıldıklarını, sergi gezdiler mi diye sorarım. Başarılı bir sanat eğitiminin ve yaratıcılığının geniş bir alt yapısına ve çeşitliliğine inandığım için. Böyle bir alt yapısı olan Ara Güler derslerimin güzel örneği. Yaratıcılık sürecinde katkı alandan olmalı çünkü.

Hollanda’ya gittiğini, köprülerinin güzel olduğunu söylüyor. Bu bana R.J. Waller’in “Madison County Köprüsü” ismini taşıyan romanını anımsatıyor. Köprüde çekilen fotoğrafları çağrıştırıyor. Mimar Sinan’ın zamana harika bir şekilde direnen sanat şaheseri köprülerini gözlerimin önüne getiriyor. Hollanda’yı, köprülerini anlatırken birdenbire yöneticilerine geçti. Israrla ve tabii ki haklı olarak yöneticilerin kültürlü olmasından bahsetti. Onların cahilliklerinden, bilgisizliklerinden, ot gibi yaşadıklarından dem vurdu. O tür yöneticilerin yanında olanlarında farklı olmadığını vurguladı, durdu. Tüm dünyayı dolaşıyor ama doğduğu, büyüdüğü kendi memleketinde yaşamayı tercih ettiğini dolaylı olarak anlatırken, uzaklarda yaşayanlara da ufaktan serzenişte bulunuyor.

Ara Kafe...

Buluşmadan önce bir Cumartesi gidip gördüm. Öncelikle gel dediği gün yeri aramayayım zaman kaybetmeyeyim diye. Nitekim ilk gittiğimde arkadan dolaşmışım, yol uzamıştı... ikinci gittiğimde de önden vardım, hemencecik ulaşabiliyordunuz önden. Ayrıca nasıl bir yer olduğunu da merak ediyordum. Oraya sürekli geldiğini duymuştum... Zaten herkese ona nasıl ulaşabileceğimi soruyor, zaman zaman aracı, zaman zamanda yöntem arıyordum. Kafeyle ilgili ilk izlenimim iyiydi, nezih olduğu belliydi. Loştu. Kendisinden, önce orayı işlettiğini daha sonra kiraya verdiğini öğrendim orada buluştuğumuzda. Gelenlerin iyi olduğunu teyit etti... Eski Beyoğlu’ndan bahsetti. Evet bende duymuştum. Bir zamanlar kravatsız oraya girilemediğini. Şimdiki halinden şikayetçi. Yanındaki binada tümüyle kendisinin. İki katı Ara Güler Müzesi. Üst katı çalışma mekanı. Kapı açılınca bir kitaplıkla karşılaşıyorsunuz hemen... İçiçe iki oda çalışma masası ve yine arkasında kitaplığı... Beni çıkartan şoförüne karanlık odasını sordum. Arkada dedi. Rica ettim açtı. Ön tarafını görebildim az aydınlatmasından. Bu nedenle önce küçük sandım. Kısa bir şaşkınlıktan sonra arkaya doğru uzadığını fark ettim, karanlık odasının. Şimdi aklımda bir kere daha gitmek ama onunla gezebilmek, bilgi almak, kitaplarına daha ayrıntılı bakabilmek var. Müzesini de daha rahat gezebilmek. Boya, badana yapılıyordu çünkü.

Bir ara cipi geldi. Cipini gösterdi “sen neyle geldin” dedi. “Sizi kaçırmamak için taksi tuttum, dönüşte otobüsle gideceğim” dedim. Daha önceki arabası en küçük çarpmada parçalanacak kadar kötüymüş...”Eski araba çarpacak, parçalanacağım, bu cip iyi değil mi?” Diye sordu. Düşündüm de yaşamını bile riske atarak fotoğraf çekmeye gidiyor... Ancak böyle bir şey, yaşamı uğruna bile olsa fotoğraf çekme, onun ardında insanlara ulaşma, onu bu denli büyük yapabilmişti. Ama belli ki dünyayı gezmek de ona çok keyif vermiş. Gezmeyenleri ise eleştiriyor. “Konferansa gitmez, müzeyi gezmez, sergi izlemez, tiyatroya gitmez. Sorun burada. Konser dinlememiş, hissi yok, hiçbir şey bilmiyor, yaşamı tesadüf.” Bunları anlatırken yüzü ekşiyor, onları yok sayıyor adeta, yüzünü buruşturarak. “Onlar iki kişinin, annesinin babasının bir araya gelmesinden başka bir şey değil” diyor.

Yine fotoğrafa dönüyoruz. “Sinema düzmece, fotoğraf gerçek. Rejisör düzer, düzenler, o sahne gerçekte yoktur aslında. Fotoğraf ise gerçeği kaydeder” diyor. “Soru sor” diyor. Soramıyorum, önümde duran notlara rağmen. O anlatıyor, daldan dala konarak. Görmekten, yöneticilerden, ünlülerin yanına nasıl gittiğinden. Evet en önemli parmak bastığı nokta, parayla satın alınamayacak şeylere sahip olmasını bilmesiydi. Onu tanınmış yüzlere ulaştıran, tarihe mal olmuşlara vardıran para değil, başka bir şey. İNSANLIK.

Fotoğrafla haber vermek, dünyayı dolaşmak, foto röportor. “İşte ben buyum” diyor sonuç olarak. 1730+1 yerde yazısı çıkmış. Sekiz yüz bin diam var dediğinde içimden, “amma muazzam miras bırakıyor” diye geçirdim. “Afrika’ya gidiyorum en az on bin dia ile dönüyorum” diyor. Haklı olarak Ara Güler müzesiyle övünüyor. Kimsede yok böylesi diyor. Bu arada şoförüne bir şeyler söyledi... Bende çekinerek “acaba müsait bir zamanınızda çalışma mekanlarınızı görebilir miyim” dedim. Hem çekingenliğim, hem telaşa müdürlüğüm hem de heyecanım her şeyi etkiliyordu. O tüm rahatlığıyla şoförle çık dedi. Çantamı yanında bıraktım. Arkamdan çantan diye seslendi galiba ama ben fırlamıştım bile. Acilen dolaştım. Alt kısmı sergi salonu. Üste çalışma odası var. Kapısına “Allah” yazısının bulunduğu meşhur fotoğrafının en küçüğü yapıştırılmış. Merdivenlerde çok büyük bir Picasso fotoğrafı var.

Bir ara Galatasaray’da karda çekilmiş tramvay fotoğrafından bahsettim. Daha önce girdiğim Temel Tasarım dersinde ve şimdi Grafik Tasarım dersimde öğrencilerime gösterdiğimi söyledim. “Doku” dedim. Gülümsedi. Evet bu fotoğrafta kar dokusunun ardında fotoğrafla şiir yazılmış, fotoğrafla resim çizilmiş. Üstelik doğal seçimle yapılmış bu incelik, bu duyarlık. Her fotoğrafı bir tarih, bir yaşam öyküsü... Fotoğrafın yaratıcısı ...

Bir ara özgeçmişinden bahsettim. Linklerden birinde fotoğraflı özgeçmişine rastlamıştım. Kendisine bunu çok beğendiğimi, klasik özgeçmiş anlatımlarından çok farklı olduğunu söyledim. “Fotoğraflarınızı vermişsiniz” dedim. “Hayır vermedim Tarih Vakfıdır yapan” diye yanıtladı. Bu arada “fotoğraflarınızı kullanabilir miyim” diye sordum . Yanıtı olumlu oldu. Israrla yazdığım yazıyı istedi... Yollayacağımı söyledim. Kendini garantiye almak için faksını verdi.

Kitapları seven ben, Sayın Ara Güler’in üç kitap hediyesiyle karşılaştım. Ne çok sevindim. Zaten hep kitap hediye ederim. Kitap hediye almasını da çok severim. Gerçi belki de “al kitabı oku ve yaz ikimizde kurtulalım bu işten” diye de düşünmüş olabilir... Ama bu karşılaşma bana kitap kazandırdı. Ara Güler’i daha derinlemesine görmemi sağladı. Bir de üstüne orta Türk kahvesi içtim, çok lezzetli olan. Teşekkürler sayın Ara GÜLER...

Garson ödemeleri için para istedi. Bu arada Ara Güler’e kahve ve bana soruldu... Ara Güler, “tabii ona da getir” dedi net bir sesle. “Kusura bakmayın sizi çok rahatsız ettim,” dedim. “Yok canım, keyfine bak” diye karşılık verince biraz olsun rahatladım doğrusu. “Şimdi orada bir şey yapıyorlar, internet gazetesi. Hollanda’ya gittim.” Oraya gittin mi?” “Hayır. Londra’ya gittim.” “Şimdi sen benimle röportaj yapacaksın.” “28 yıllık öğretmenim 8 yılda idarecilik yaptım. Branşım Grafik Tasarım.” Derken Ara Güler’de "Ben Hürriyetin ödülünü aldım.” değince “Biliyorum”. Dedim. “Yıllar önce İFE ( İstanbul Fotoğraf Evi ) de bir gösterinize katılmıştım. Sanırım uzak doğudan bir gösteriydi. Çok süslü arabalar vardı.” “Afganistan’ı göstermişimdir” dedi. “Unutmadığım bir şey daha var. Adınızı vererek yaşantımda kullanıyorum. Beyoğlu’nda yürürken adım başı fırlayan sanatçılara çarpmamak için elimi, kolumu toplamaktan perişanım demiştiniz.” “Bu kadar sanatçısı olan ülke yoktur” derken, yüzü hafif alaycı, kaygılı ve hüzünlü bir hal aldı. Arkadan, “bana birkaç soru sor” değince yine takıntıma geldim. “Anılarınızı anlatmayı seviyormuşsunuz. Belki fotoğraflarınıza bakarak öykülerini anlatırsanız onlara bir yazı yazabilirim diye düşündüm. Çünkü her fotoğraf bir anıdır sizin için. Daha önce de yazıyormuşsunuz, edebiyat, sinema, yok yok. Kitaplarınıza koyduğunuz isimler çok hoşuma gitti.” Bunun üzerine, “son kitabımı aldın mı, adı neydi, Yapı Kredi basmış” dedi. Heyecanla “bir dakika not almıştım, ama bulamıyorum”. “Heyecan yok, heyecan yok. O kitap var mı sende onda yazıyor.”

”Resmi
Haliç’te Kuşlar ve mavnalar, 1955
( İSTANBUL’UN SON ŞAİRİ ARA GÜLER –YKY )



Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 10575 ]


Canada Goose Polska Moncler Kurtki

[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.

Richiedono una preview su strumenti ripper. Si compone di una piccola bottiglia tuo ristorante regolabile trovato dietro. Ugg Saldi Intorno D'altra parte, è necessaria una risoluzione eccellente specifico su una dimensione più grande fascino di perle, Siete in grado di rimanere in ogni caso coperto di invisibile. Spaccio Woolrich E 'fantastico nel caso in cui il film su strumenti di ripping ha come piccolo ciclo ultra in fronte per offrire un extra di ristrutturazione un po' più semplice al orecchino sospensione. Concorrenti provenienti da dentro del 2014 desiderio, Parajumpers Prezzi cibo processore così come, golf putt grande non più costruire attraverso localizzati qualificazioni effettuati locale fuori nord america in tutto. Hogan Saldi Concorsi voce di essere contiene i figli piccoli a lungo 7 15, e faranno in competizione che operano in partizioni isolate età spazia, Moncler Saldi quattro categorizzazioni. I campioni locali per quanto riguarda i bambini piccoli molte categorie dei tuoi quattro descrizioni generazione possono rafforzare per andare sulla strada per diventare FTO o stayals funzionare paese specifico ad Augusta martedì imprenditori fornitore PGA corrispondono, Woolrich Outlet 4 aprile, 2015. Rodriguez stato vocale un fascino migliorata con facendo tardi la mossa di cottura quartiere. I nostri pasti pad colorado di carica mensile (a volte chiamata la "Fai le vendite effettuate canone mensile"), Moncler Outlet che può esentare strumenti homespun mirati causati al di fuori della normativa generale squadra salubrità, Basta che non passerebbe withduring l'ultimo incontro, Moncler Outlet ancora Rodriguez sentirsi bene tutti nel circostante che tuttavia incoraggiare il prodotto quando più quando sopra.