Peki savaşta her şeyini kaybeden, harabelerin ortasında kalan çocuğun kendine ait tek şeyi, gözyaşları durdurulabilecek mi fotoğrafla bize iletilen savaş gerçeğini? İşte Coşkun Aral varlığı burada önem kazanıyor, fotoğraf yoluyla. Belki de normal yaşantıda karşı karşıya gelmeyecek insanlar savaşta silahı alnına dayayıveriyorlar birbirlerinin. Hayat ölüm içinde devam ediyor. Ama güllük gülistanlık değil mermiyle, korkuyla, soğukla. Vaat edilenleri paylaşmadan ölenler, genç yaşta ölüme gönderilenler. Hep birilerin iktidar hırsıyla değil mi? O zaman o hırsa ortak olmamak gerekiyor. Coşkun Aral fotoğrafı bunu fısıldıyor kulaklara, bunu haykırıyor gözlere... Hazzın değişimini görüyoruz savaşın fotoğrafında, silahı hedefli ya da hedefsiz kullananlarca. Robotlaşan insanlarla karşı karşıya gelmek yaşamda ve bu yaşamı gözlerimizin önüne seren fotoğraflarda. Fotoğrafı tamamlayan yazılarında “dans” sözcüğü kullanılmış. Orada demir tankla, insanın dansı olmuş, soğuk duş etkisi bırakan. Coşkun Aral’ın bu fotoğraflarını görene ve yazılarını okuyana kadar dans bende zevk iken, şimdi bu sözcük dert için de kullanıldığından anlamı çoğalıyor benliğimde.
Bir fotoğrafta ağlayan, diğer fotoğrafta gülen çocuk... Her ikisi de savaşın ortasında... Ama çocuk olarak....
Bir anne ve baba için hayattaki en büyük acı evlat ölümüymüş. Coşkun Aral’ın karşımda duran bir fotoğrafı, kucağında ölü çocuğunu taşıyan bir babayı gösteriyor. Ne büyük bir acı!... Ve savaşın getirdiği yolsuzluklar. Belki de normal yaşamda hırsız olmayacak çocukların ölenlerin ya da öldürenlerin eşyalarını yağmalaması. Bunun çocuk yaşta ruhuna işlemesi.
Savaş, ne çok suç işliyorsun... Geride bırakılanlar ev, aile, toprak.
Ya geride bırakılan insanlık... Ev yeniden yapılabilir, ama kaybolan insanlık öyle mi? İşte Coşkun Aral fotoğrafı, bunları sorguluyor, sorgulatıyor.
Birden fotoğrafların içinde Beyrut’taki bir lunapark, elinde silah tutmuş gülen bir askerin fotoğrafı çıkıyor karşıma. Belli ki savaşın ortasında da yok edilemeyen duygular devam ediyor. Ama en acısı da çocukların elinde silah. Coşkun Aral’ın söylediği gibi, “artık onlar çocuk değiller.” Evet, fotoğraftaki görüntünün dengesinden, lekesinden. hiç bahsetmiyorum. Çünkü bunlar öyle yerli yerinde kullanılmış ki, bizi savaşın içine sokacak kadar başarıyla.
Mikrop vücuda girmeye görsün, bir daha gitmez, dönüşür, yayılır. Savaşlarda da böyle oluyor. Karşısındakini vurmak bitince yanındakini vurmaya başlıyor insanlar. Ama onları körükleyenler eğitime değil, silaha para yatıranlar ne yazık ki. Dersin konusu: Savaş. Her şeyde olduğu gibi eğitim de kötüye kullanılabiliyor. O zaman bilimin ya da sanatın nereye gittiğine değil, insanlığın nereye gittiğine bakmak gerekir. Eğitimi iyiye kullanma ön plana çıktığında güzellikler bizimle buluşacaktır.
Silahları ve yaşamı böyle görerek büyüyen çocuklar var. Ya sevgileri, eğitimleri, düşleri, ütopyaları... Fotoğraflardaki yüzlere bakarken bunları düşünmekten kendimi alamıyorum.
“Yetiştiremiyorum” diyen öğrencilerime demek ki plan yapmıyorsunuz, planlı çalışmıyorsunuz, karşılığını veriyorum her zaman. Planın önündeki askerleri gösteren fotoğrafa bakınca savaşın planını yaşıyorum, eğitimin değil. Ama ben planı hep eğitim için kullandığımdan savaş planının arkasında duran insanları görünce irkiliyorum.
Topraktan hep sebze ve çiçek toplanacağını bilirdim. Ama öğrendim ki, Coşkun Aral fotoğraflarından, tarladan insan kemikleri ve paslı demirler de toplanırmış! Ormanları ağaçlar oluşturur bilirdim. Onun fotoğrafında ise ormanları mezar taşları-tahtaları oluşturuyor.